Yaşam

Kurak Günler ve Karanlık Gece: Kırsal kesim ve linç

Başak Canda – İzzet Aslanbay

2023’ün sonu ve 2024’ün ilk günleri, daha önce sinema vadisinde duyulan tartışmanın fırtınaya dönüştüğü günler oldu. Son dönem sinemasının başarılı iki ismi Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan arasında uzun süredir devam eden kırgınlık ve suskunluk, ilk muhataplarına gönderilen mektubu andıran açıklamalarla bozuldu. Daha sonra sosyal medyada ve medyada söz, suçlama ve topyekun kavgaya dönüştü. Yeteneği, başarısı ve yaratıcılığı tartışılmaz iki seçkin yönetmenin arasındaki çekişme, olumsuz bir nedenden de olsa Türk sinemasını, yönetmenlerini ve sinemalarını ilgi odağı haline getirdi.

Sinemanın şimdiden gündemde olduğu böyle bir dönemde, ödül alsalar da sinemaseverlerden ve toplumdan gerekli ilgiyi gördüğü iddia edilen diğer iki başarılı yönetmeni ve 2022 yılında vizyona girecek iki sinemayı projelendirmek istedik. Özcan Alper’in “Karanlık Gece” ve Emin Alper’in “Kuru Günler” filmleri. Her iki sinemada da taşralılıktan beslenen linç gerçekliğine yapılan güçlü göndermeden hareketle yapacağımız bu değerlendirmeye giriş olarak ‘kır’ olgusunu ve onun izdüşümü olan ‘kasaba’yı kavramsallaştırmayı gerekli gördük. kültür ve onun yarattığı olumsuz kültür.

ÜLKE VE NEGATİF ŞEHİR KÜLTÜRÜ

Kırsal temel olarak kentsel olmayan alanları tanımlayan bir kavram olarak kullanılmaktadır. Sanayi toplumuyla birlikte işgücünün yaşadığı muazzam hareketlilik ve hatta işsizlik, kültürel ve ekonomik altyapıları taban tabana zıt olan kent ve kırsal olgusu arasındaki sosyolojik ve coğrafi sınırları parçalamış ve iç içe geçirmiştir. Bu açıdan bakıldığında nasıl ki İstanbul’un herhangi bir caddesini kırsal sayabiliyorsak, bağlantı teknolojisinin gelişimini de hesaba katarsak Yozgat’ın herhangi bir köyünü şehir olarak algılamamız mümkün. Elbette bu kavramsallaştırmayı yaparken ekonomik faaliyetlerden, coğrafi konum ve koşullardan ziyade sosyolojik bir içerikten, bu içeriğin ürettiği ve içinde yaşadığı kültürden bahsediyoruz.

Konuyu bu haliyle ele aldığımızda taşralılık ya da taşralılık kavramı, kent kültürü diyeceğimiz yaşam biçiminde en kristalleşmiş haliyle kendisini temsil edecektir.

Bu tespitler ışığında “Kasaba nedir?” Soruya kısa bir cevap verelim. Elbette bu sorunun cevabına köyü, şehri, kasabayı veya kırsalı da dahil ediyoruz. Kasabalılık, ağırlaştırılmış bir bencillik durumudur. Megalomani ve benmerkezciliğin sosyolojik birimidir. Narsisizmin en karmaşık biçimi. Bazen yeryüzüne inip gökyüzünü izlemek anlamına gelir. Bazen dışarı çıkıp gökyüzünü izlemekle ilgilidir. Ama derviş bir coşkuyla değil, uçtan uca savrulan bir kişilik bozukluğuyla. Her zaman ‘en iyi’ olma takıntısıyla. “Ben neyim kardeşim” diye övündü.

Daha da ilginci birbirlerini sevmiyorlar. Çünkü ilçe her kasaba sakinine bulaştı. Birbirlerini sevmemek ufak bir kusurdur ama kasaba halkının en belirgin yönü kasabaya ‘dışarıdan’ gelenlerden, kendileri gibi olmayanlardan, ‘yabancı’ olanlardan hoşlanmamalarıdır. Aslında nefret etmek, yaygara çıkarmak, davranmazsa bunu söylemek, hatta “Kınamayla davranmazsa hakkı engellenir” demek. Bu linçtir. İlçede geçerli tek iletişim sistemi bulunmaktadır. Dedikodu. Dedikoduların merkezinde cinsel aşağılama ve en aşağılık ‘suç’ olarak gördükleri ‘cinsel tercihler’ ile etiketleme yer alıyor. Eğer bir kadın kasabanın konuşulan konusuysa, o, eğlencenin ve fuhuşun ortasındadır; Adam ise çarmıhta idam edilene kadar iktidarsızlık ve ibnelik sıkıntısı çekiyor.

Sonuçta küçük bir kasaba olmak bir çıkmaz sokaktır. Ne köye ne de şehre dönebilir. Aradan bin yıl geçse ve yıldızlar ziyaret edilse bile o çıkmaz sokakta mücadele etmek, içe doğru küçülmek demektir. Dış dünyaya gösteriş yaparak. Ve ülke artık bir kasabadır. Çıkmaz sokaklardan oluşan bir labirent.

BİR SİNEMA İKİ SİNEMA

Bu uzun değerlendirmeyi yapmamızın nedeni, son yılların başarılı ve ödüllü iki filmini değerlendirmemize bir arka plan hazırlamaktır. Nispeten birbirine benzeyen ancak ‘ülke kültürü’ ve ‘linç’i farklı ayrıntılardan yakalayıp görsel bir şölen halinde deşifre eden Özcan Alper’in “Karanlık Gece” ve Emin Alper’in “Kuru Günler” sineması, toplumsal ve kişisel kavramsallaştırmayı sunuyor. yukarıda çizmeye çalıştım. ‘a kadar getiriyor. Kasabanın çıkmazında linç kültürü, erkek şiddeti, kronik vicdansızlık ve kolektif hoşgörüsüzlüğe dair anlatılar; Günümüz Türkiye’sindeki sosyo-politik manzaraya ilişkin ortak endişelerimizi yansıtıyor.

Resmi ödüllerini 2022 Antalya Altın Portakal Sinema Festivali’nde aldılar. En Uygun Sinema “Karanlık Gece” seçilirken, En Uygun Yönetmen ise “Kuru Günler” filmiyle Emin Alper oldu. Gerçek ödüllerini sinemaseverlerden ve ülkenin sağduyulu, geleceğe odaklı insanlarından alacaklarına eminiz.

KARAKTERLER VE PROFİLLER

Aynı dönemde çekilen, aynı festivalde ödül alan, tesadüfen yönetmenleri aynı soyadını taşıyan iki başarılı filmin bazı ortak noktalarının altını çizelim.

Filmlerdeki başrol oyuncularının karakterleri ve profilleri neredeyse aynı. “Karanlık Gece”nin Ali’si Cem Yiğit Üzümoğlu ve “Kuru Günler”in Emre’si Selahattin Paşalı. Ali, okulu yeni bitirmiş bir İstanbul çocuğudur. Orman mühendisi olarak atandığı köyde ilk andan itibaren dışlanacaktır. Emre ise yine şehirli soylu bir ailenin çocuğudur. Cumhuriyet Başsavcılığına atandığı Yanıklar Beldesi’nde kendisini yerel siyasi çekişmelerin, bir dizi hukuksuzluğun yer aldığı bir davanın ve suç sarmalının içinde bulacaktır. Dikkatsizliğinin ve zayıflıklarının kurbanı olarak, hızla dava açmaya çalıştığı bir cinsel saldırının şüphelisi haline gelecektir.

Kuru Günler (solda), Karanlık Gece (sağda)

İdealist devlet görevlileri olarak geldikleri kasaba ve köyde Ali ve Emre’ye ilk andan itibaren ‘Beyaz Türk’ muamelesi yapılacaktır. Görevlerini yapmak, kural ve düzenlemeleri uygulamak isterken, hakim kültür ve yerel güç grupları, Ali ve Emre’ye kanunları, kuralları değil, istediklerini yaparlarsa rahat edebileceklerini doğrudan veya dolaylı olarak hatırlatacaktır. Direndikleri ölçüde önce dışlanacaklar, sonra linç kültürünün kollarına düşecekler.

AVCI-AVCI BAŞVURULARI

İki film arasındaki bir diğer benzerlik ise her iki filmin de bir av sahnesiyle başlamasıdır. Kasabanın ve köyün daha çok bir suçlu çetesine benzeyen güçlüleri ve haydutları, acımasız bir av ziyafetinden üstü açık araçlarla, ellerinde otomatik silahlarla dönüyorlar. Açılış sahnesi, taşradaki bilinçli ve bilinçsiz şiddetin düzeyini ve kan dökme içgüdüsünü göstermesi açısından her iki sinemada da neler olacağına dair fikir veriyor. Aynı zamanda av nedeniyle tuzağa düşen ya da ölümün kollarına düşen av, bir anlamda kahramanların kaderinin habercisidir.

Kuru Günler

CİNSEL SUÇLAMA: LİNÇ, SİYASİ KAYNAKLAR

Aynı zamanda cinsel referansların taşradaki itibarsızlaştırma ve aşağılama kampanyalarının aktif silahı haline gelebileceğini de gösteriyor. İçki alemine sürüklenen Savcı Emre, içkinin ardından ‘kadının yanına gitme’ teklifini şiddetle reddediyor. ‘İktidarsızlık’, ‘yumuşaklık’ gibi alaycı ifadelerle teslim olmaya, kışkırtmaya çalışıyorlar.

Yine Karanlık Gece’nin genç orman mühendisi Ali’nin nezaketi eşcinsel olduğu yönündeki dedikodulara dayanak olarak kullanılırken, kendisiyle yakın ilişkiler içinde olan ve daha sonra eşcinsel olan diğer başrol oyuncusu İshak (Berkay Ateş) Ali’nin linç edilmesindeki suç ortağının da eşcinsel olduğu biliniyordu. yakınlaşmanın anlamı. ‘Cinsel suçlama ve tercihlerin’ kırsal kesim halkı üzerinde nasıl bir dedikodu ve baskı aracı olacağını gösteriyor.

“Kuru Günler”de, yerel seçimler öncesinde mevcut belediye başkanına ve aynı zamanda lider adayı Selim ve çevresine boyun eğmedikleri takdirde çeşitli oyun ve provokasyonlarla öfkelenen kasaba halkı tarafından savcı Ali, linç girişimine maruz kalır. Her ne kadar “Karanlık Gece”de linç olgusu da kurgunun odağında yer alsa da bu kez açık bir linç değil, namus kavramı üzerinden birbirlerini kışkırtan köy gençlerinin gizlice organize ettiği bir saldırıya dönüşüyor. saldırı ölümle sonuçlanır ve yedi yıl sürecek bir suçluluk sessizliğine dönüşür. Bu sessizliğe vicdanen dayanamayan İshak ikinci bir ava dönüşür.

Karanlık gece

ÜLKE ETİĞİ VE KADIN

Her iki filmde de kadın figürü kırsaldaki kadın imgesi üzerinden çeşitlendirilerek başarılı bir şekilde işlenmiştir. “Kurak Günler”de, güçlüyle bütünleşen ve ancak bu şekilde güçlü olabilen kadınların, belediye başkanıyla arası bozulsa da yargılanmasını engellemeye çalışan hakime gerçeği anlatırken Kasabanın yoksul ve engelli insanı Pekmez, yaşadığı cinsel saldırıyı anlatamayacak kadar savunmasızken, kadının şiddet karşısında sessizliğini ve çaresizliğini sinema diliyle konuşuyor.

Kara Gece’nin Sultan’ını (Pınar Deniz) okuyarak köyden kaçmaya çalışsa da istemediği bir evlilikle kırsal yaşamın en aşağıları arasında yerini alır. Daha sonra vicdan azabından dolayı Ali’nin cesedini arayan İshak’ın suç ortakları tarafından tuzağa düşürülüp tuzağa düşürülmesi de kadının çaresizliğinin bir başka örneği.

Her iki sinema da bu benzerlikleri ve kendine has yönleriyle; Taşra-kent çelişkisi, taşra ahlakı, hatanın meşrulaştırılması ve hataya ortaklık, pişmanlık ve linç konularını oldukça başarılı bir şekilde ele alıyor.

Karanlık Gece (solda), Kuru Günler (sağda)

İki sinemaya ilişkin bu genel değerlendirmeden sonra sinemalar hakkında kısaca neler söylenebilir?

BİR EL BOMBASI: YANIKLAR

Örnek ne kadar uygundur? “Kuru Günler” filmini izlerken patlayıcıların mekaniği aklıma geliyor. Sıkıştırma. Bir patlayıcı ne kadar çok hacimde daha küçük bir hacme sıkıştırılırsa etkisi ve tahribatı da o kadar büyük olur. Bu açıdan senaryo küçük bir kasabayı örneklendiriyor ve su sorununu patlayıcıya dönüştürüyor. Emin Alper’in senaryosunu yazıp yönettiği filmin ismindeki kuraklık da bunun habercisi. Aynı örnekle devam edersek; Patlayıcıya ne kadar darbe maddesi (metal top vb.) eklenirse çevreye o kadar zarar verir. Sinemada da bunlar unutulmuyor. Çürümüş bir yerel yönetim. Bürokrat (Hakim Zeynep) de onunla kol koladır. Erkekliğin en sefil biçimiyle beslenen cinsel suçlar ve çok daha fazlası. Adeta Alper bir ülkenin bütün ağır dertlerini küçük bir kasabaya sıkıştırıp patlatıyor. Başından sonuna kadar izleyiciyi nefessiz bırakan ve merak içinde bırakan gerilim, sizi büyük bir patlama gibi yakalayıp ekrana kilitliyor.

Emre adında genç ve idealist bir savcının atandığı Yanıklar Kasabası’na gelişiyle başlayan film, bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak her sahnede ve detayda inatla tek bir gerçeği görmemizi istiyor. Her yönüyle çürümüş ve kriminalize edilmiş bir iktidar ve toplum gerçeği. Burada “her bakımdan” kelimesini gelişigüzel kullanmıyoruz. Sinema, ilk etapta nasıl kazanıldığı ve yaklaşan yerel seçimlerde nasıl elde tutulacağının belli olduğu, nasıl hukuksuzluğun hukukun yerine geçtiği somut belediye başkanlığı örneğinde siyasi kirliliğin öyküsünü bizzat kişide anlatıyor. Kanunları uygulamaktan sorumlu olan hâkim Zeynep’in, hukuka son derece saygılı görünen ancak şiddete başvuran ve her türlü suça bulaşan bir siyasi iktidara sahip olması. Medyanın bu kirlilik ve iktidar mücadelesinde nasıl tehlikeli bir silaha dönüşeceği ya da farklı düşünenlerin nasıl itibarsızlaştırılıp yok edileceği iki sıradan yerel gazete aracılığıyla başarıyla tartışılıyor.

‘BURASI KÜÇÜK BİR YER BÖYLE OLUR, NORMAL DÜŞÜNÜN’

Hakim Zeynep’in “Burası küçük bir yer, olur böyle şeyler normal karşılanır” sözleriyle ilçeye geldiği andan itibaren suçla uğraşma idealine sahip olan savcı Emre’ye avukat Şahin, şu soruyu sordu: Belediye başkanının oğlu, şehirde yırtıcı bir domuz avını ve silah kullanımını bir gelenek olarak algılıyor. , kusuru mazeretli ve normal görmesi tavsiye edilir. Direndiğinde daha ilk andan itibaren suçun tanığı, hatta sanığı haline getirileceği bir tuzağa düşmesinin kaçınılmazlığını yutkunarak izliyoruz.

Yeraltı suyunun çekilmesiyle sağlanan ilçenin su ihtiyacı aynı zamanda büyük bir felakete de hazırlık niteliğinde. Boşalan su yatakları nedeniyle büyük toprak çökmeleri sonucu oluşan obruklar. Hatta filmin Zeynep’in Emre’ye düdende öğüt vermesiyle başlayan sahnesi, en insani ihtiyaçların bile doğru formülle çözülmediği takdirde toplumsal çöküşe yol açacağını düden metaforuyla hatırlatıyor bize.

Yeraltı suyunun kaçak olarak içme suyuna dönüştürülmesi projesinin çözüm olmayacağını gösteren raporlar var. Dava süreci ve savcının bu süreci hukuka uygun şekilde tamamlama çabası. Ancak kasaba halkının suçluyu değil, suça direnenleri manipüle etmesi ve manipüle etmesi tipik bir gerçeğin çok açık bir ifadesidir.

“Kuru Günler” Zeynep Hanım’ın jüriye söylediklerini aynen izleyiciye aktarıyor. Bu kelimeyi biraz değiştirirsek; “Burası Türkiye, olur böyle şeyler, bunlar normal karşılanır” şeklinde de algılanabilecek bir çizgi. Ya da burası İstanbul… Trabzon… Urfa… vs, oluyor böyle şeyler.

‘BU BİR RÜYA OLSUN’

Çalışmamızı önemli bir detayla bitirmek istiyoruz. Özcan Alper, “Karanlık Gece” filmini, 18 Şubat 2015’te İstanbul Kadıköy’de arkadaşlarıyla kartopu oynarken bir esnafın camına kartopuyla çarpması sonucu bıçaklanarak öldürülen Gazeteci Nuh Köklü’nün anısına ithaf etti. Noah Esaslı’yı ve tüm nefret suçları ve linç mağdurlarını bir kez daha anıyoruz.

Sözlerimizi Köklü’nün ölmeden önceki son sözleriyle bitiriyoruz: “Lütfen bu bir rüya olsun.” Bu hepimiz için son sözdür. Umarım ülke bu rüyadan uyanır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu