Teknoloji

Bir halkın yok edilmesinde kayda geçmeyen küçük bir bölüm: Bizim köyün Ermenileri

İZMİR – “Ermenileri de Müslüman bu köyün. Türkler ‘Ermanı’ diyor ama adları Türklerle aynı; Kadir, Selami, Osman, Zehra, Gülizar…/ Ta ki altın parıltılarına karışan şıngırtıların fısıltılara, söylencelerin işkencelere, kırımlara varmasına dek…”

Bu cümleler, yazar Uğur Sümer’in Uşak’taki Ermenilere mercek tutan ‘Bizim Köyün Ermenileri’ kitabından. Tanıklıklar ve anlatılardan oluşan kitabın yazarı Sümer, Ermenilerin dört kuşaktır aktarılan kaderini, üç uzun öyküyle anlatarak tarihe not düşüyor. 1915 sonrası Anadolu’da, Ermenilere yönelik kıyıma ve sonrasındaki zenginleşmeye de yer verilen kitabın ana hattı ise Kula’da, Güneyköy’de Omurbaba Dağı’nda katledilen Ermeniler.

12 Eylül askeri darbesinin ardından Devrimci Yol davasından 11 yıl cezaevinde kalan Sümer, işkenceleri anlattığı ‘Duymayan Kalmasın’ ve ‘Bir Savaş Bir İnsan’ kitapları ile biliniyordu. Son olarak Uşak’taki devrimci mücadeleyi anlattığı ‘Devrimci Yol Tarihine Doğru Uşak’ta Köy Komünleri’ kitabı da H2O Yayınevi tarafından yayımlandı. Sümer ile 1 Ocak günü raflardaki yerini alacak olan yeni kitabını konuştuk.

‘BİR HALKIN TOPYEKÜN YOK EDİLMESİNİN KAYDA GEÇMEYEN KÜÇÜK BİR BÖLÜMÜ…’

İlk olarak kitabınızın içeriğini genel çerçevede anlatır mısınız?

Bu kitapta, insanlık dışı ve bir o kadar da trajik olan, bir halkın bu topraklardan topyekün yok edilmesinin kayda geçmeyen küçük bir bölümünün gerçek hikayesini okuyacaksınız. Bu gerçekler köydeki yaşlılar tarafından birer masal ya da çok sıradan birer kahramanlık destanı gibi çocukluğumda bana anlatıldı. Ben de yazdım. Yazılanlar bir tarih çalışması olmadığı gibi, birebir bir belgesel anlatı da değil. Çünkü hikâyelerin asıl kahramanlarından hiçbiri bugün hayatta değil. Gerçek olayları, anlatılanlardan hareketle aktarmaya çalıştım. Türk tarafının kahramanlarının adlarını değiştirdim. Üçüncü kuşaktan dayılardan, teyzelerden yaşayanlarımız var. Ben dördüncü kuşaktanım. Tuzcu Kadir, Selami Usta ve Krikor’un başlarına gelenlere hiçbir şey katmadım diyebilirim. Olayların geçtiği yerler de gerçektir.

Ben bu hikayelerdeki kahramanlardan birinin torununun oğluyum. Aradan 110 yıl geçmesine, adı geçenlerden hiçbirinin kalmamasına rağmen yaşananların, hala ailem içerisinde bile gizlendiğini, çarpıtıldığını ve inkar edildiğini gördüm; 90’ına merdiven dayamış olan aile büyüğümüz bunlardan biridir. Şimdi, üzerinden 100 yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen hala üzeri örtülmeye, yaşanmamış sayılmaya çalışılan, 20’inci yüzyılın ilk politik kırımının, en azından, bir dağın yanındaki bir kum tanesi kadar bile olsa, yaşanmışlığını ortaya çıkarmanın, paylaşmanın vicdani sorumluluğunu yerine getirdiğimi düşünüyorum.

‘ÇOCUKLUĞUMUZDA KENGER DİKENLERİNE ERMENİ VE RUM DİYE SALDIRIRDIK’

Kitabınızda Ermenilere yönelik katliamları çocukluğunuzdan anılarla da harmanlayarak anlatıyorsunuz. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz ve Ermeniler çocukluğunuzda sizin için neydi?

Çocukluğum günümüzdeki dizi filmleri gibi sürekli fakat dinlemeye bıkmadığımız masallar ve savaş kahramanlıkları hikayelerinin anlatımıyla geçti. Deyim yerindeyse ebeler masal, dedeler savaş anıları anlatırlardı. Çocukluğum ilkokulu bitirinceye kadar kitaptaki öykülerde de geçen Omurbaba Dağı’nda geçti. 1950-60 yıllarında yaşayan Cıngırt Dede’nin dediğine göre savaş anıları olamayan yoktu. Osmanlı, Yemen savaşından Balkan savaşına kadar 13 yaşından yukarı savaşa alınmayan erkek çocuk bırakılmamış.

İhtiyarlar, biz çocukların kıssadan hisse alması için anılarını anlatırken bizlerin de hayallerini, masallar ve savaş kahramanlıkları süslerdi. Ermenilere “Ermanı”, Rumlara ise “Urum” derlerdi ve bunlar vatan hainleriydiler. Ermeniler ve Rumlara özel bir vurgu yaparlardı. Çocuklar da savaş oyunlarında bu hikayeleri canlandırırdı. Örneğin kenger dikenlerine Ermeni ve Rum olarak saldırırdık. Adeta doğuştan “Ermanı” ve “Urum” düşmanıydık.

Ermeni Soykırımı’nın Kula’da, Güneyköy’de Omurbaba Dağı’nda yaşanan küçük bir bölümünü anlattığım üç öykünün yolculuk serüveni aslında uzun olmakla birlikte özetle anlattığım gibi başlangıcı dedelerimizin anılarına dayanıyor.

‘BURALARDA YAŞANAN KIYIM DERYADA YALNIZCA BİR DAMLA’

Daha önce Ermeniler ile ilgili çalışmalarınız oldu mu? Sizi ‘Bizim Köyün Ermenileri’ kitabını yazmaya iten ne oldu?

Kitabı yazmaya şimdi karar vermiş değilim. Lise yıllarımda devrimci oluncaya kadar hiç kitap okumadım. Ermenilerle ilgili çocukluğumda anlatılanlar, köy ortamında zaman zaman soyut bir hikaye olmaktan çıkıyordu. Köyde, “Kamil Ağa ( büyük dedem) Ermanilerin altınlarıyla kurdu kaşar kazanını…” diyorlardı. Osmanlı’da kaşar peynirinin üretildiği ikinci yer Omurbaba Dağı’ymış ve büyük dedem Kamil Ağa yapmış. Dedem ve dayılarım, bu söylentilerin köylülerin hasetliklerinden çıktığını, yalan olduğunu, uydurduklarını söylüyorlardı. Devrimci mücadele içinde de ‘Ermeni sorunu’ üzerine bir yazıyla karşılaşmadım ta ki Levon Ekmekçiyan ve Sarkisyan’ın Esenboğa eylemine kadar. O zaman Ermeni sorununun farkına vardım. Aynı günlerde kendim de cezaevindeydim.

Özellikle Hrant Dink’in katledilmesinden sonra Ermeni Soykırımı’nı okumaya ve anlatmaya çalışıyorum. Hrant’ın katli ile ailem içinde hatta çevre köylerde bile büyük dedem ve Ermenilerin altınları tekrar konuşulmaya başladı. Aradan 100 yıl geçmesine rağmen dayılarım hala inkar ediyorlardı. Bu tartışmalara kadar yazmak gibi bir düşüncem yoktu. Bizim köyde yaşanan kıyımın deryada bir damla olduğunu biliyordum. Sonunda, ‘soykırımın en küçük yaşanmışlığı da olsa kayda geçmeli, tarihe not düşülmeli, sorumluluğu yerine getirmeli’ diyerek yazmaya karar verdim. Kitap çalışmamı tamamladım fakat ancak yayınlanabildi.

Önsözde de Hrant Dink’in sizde yarattığı etkiden söz ediyorsunuz. Dink’in yokluğu sizce Ermeni-Türk ilişkilerinde nasıl bir boşluk yarattı?

Hrant Dink ve Agos ile tanışmam 2000’li yıllarda oldu. Sadece Ermeni-Türk ilişkileri için değil başka bir dünya için mücadelede de Hrant çok büyük bir kayıp oldu. Kararlılığı, çalışkanlığı, yürekliliği ve mütevazılığıyla örnek bir devrimci önderdi. Yakınlarının acısını hissettiğim için başkaca bir şey söylemek istemiyorum. Delik ayakkabıları gözümün önünde…

‘BUGÜNLERDE GÜNDEME GETİRMEMİN NEDENİ FİLİSTİN’DEKİ SOYKIRIM’

Kitabınızı tamamlayalı uzun zaman olduğunu anlıyorum. Ermeni Soykırımı Türkiye’de tartışmalı konulardan biri. Bu kitabın yayımlanması konusunda bir zorlukla mı karşı karşıya kaldınız?

Yazdım fakat yayınlatma girişimim sonuçsuz kalınca bugünlere kadar kaldı. Bu konuda çok fazla detay vermek istemiyorum. Bugünlerde gündeme getirmemin nedeni de aslında ‘soykırım’ kavramı. Amerika’nın Filistin’de bir soykırımı olduğunu düşünüyorum. Bakın İsrail demiyorum. Bence İsrail, ABD’nin 51’inci eyaletidir. Şu anda Suriye’de bütünüyle İsrail’in borusu ötüyor. Ortadoğu çok uzak olmayan bir zamanda tamamıyla İsrail haline gelecek. Gazze’ye saldırı başladığında ‘Ortadoğu’da orman yangını başladı’ demiştim. ABD, İngiltere ve Avrupa emperyalizminin Ortadoğu’da tutuşturduğu yangının ne zaman ve nasıl söndürüleceği belirsiz bir sürece girildi.

‘1970’LERDE DEVRİMCİLER ARASINDA HİÇ ERMENİLER KONUŞULMADI’

1970’lerde sosyalist devrimci mücadele içinde yer aldınız. O dönemde Uşaklı devrimciler arasında köyünüzün veya genel olarak Uşak’ın Ermenilerine dair neler konuşulurdu?

Daha önce de söyledim, devrimciler arasında Ermenilerle ilgili konuşmalar hiç olmadı. Devrimci Yol dergilerinde de bir yazı yayınlanmadı. Köyümde ve çevre köylerde yani halk arasında Ermenilerin mal varlıkları-zenginlikleri için öldürüldükleri hala konuşulur. Devrimci hareket içinde Ermeni sorunu hiç konuşulmadığı gibi Kürt sorununun bile doğru dürüst yazılıp çizilmediğini, konuşulmadığını söyleyebilirim. Sosyalizm, komünizm Uşak bölgesindeki devrimciler için ulaşılmaya çalışılan bir ütopyadan başka bir şey değildi. Kendim başta olmak üzere çoğumuz feodal köy delikanlılarıydık. Kitaplardan ve yaşamdan öğrendiğimiz kadarıyla devrimci olmaya, sosyalist bir yaşam örgütlemeye çalışıyorduk.

Kitapta bir Ermeni sosyalistinin de konuşmalarına yer vermişsiniz; halkların kardeşliğinden söz ediyor. Ermeni halkının sosyalizmle olan bağı bir miras olarak bu topraklarda sizce yaşayabildi mi?

Yine Hrant Dink’in bu konuda Türkiye solunda bazı şeyleri kırdığını düşünüyorum. Ermeni halkının Osmanlı Devleti zamanından beri değerli sosyalist aydınlar yetiştirdiğini, programına sosyalizmi almış partiler kurduklarını son yıllarda daha fazla okuyoruz ve öğreniyoruz. Hrant Dink halkların kardeşliği, insanlık barışı için verdiği mücadele uğruna hayatını kaybetti. Agos Gazetesi ve Hrant Dink, Ermeniler açısından bu örnekleri öne çıkaran tutumlarıyla çok değerlidir.

‘TAŞ ÜSTÜNE TAŞ KOYMAYA ÇALIŞIYORUM’

Kitabınız bir roman değil ama edebi yoğunluğu yüksek. Uşak’taki Ermeni gerçekliği hakkındaki anlatıları kaleme alırken nasıl bir çalışma yolu izlediniz? Okuyucuya ne söylemek istersiniz?

Özel olarak bir yol izlediğim yok. Kendimi bir edebiyatçı, bir yazar olarak görmüyorum. Yaptığım, taş taş üstüne koymaya çalışmak. Bu ne demek diyeceksiniz, küçükken köyde taş ev yapan ustalardan birinin sözü hiç aklımdan çıkmaz: “Oğlum sakın aklından çıkarma; taş üstüne taş koymadan ne usta ne de başka bir şey olunur. Sen ileride, büyüdüğünde çok iyi bir usta olacaksın. Taş üstüne taş koymaya bak…”

Uzun lafın kısası, yazmayı seviyorum. Taş üstüne taş koymaya çalışıyorum. Karınca kararınca bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Kendimce iyi şeyler yaptığımı sanıyorum ama tabi ki karar okuyucuların.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu